Filmi çekilen Gece Nöbeti kitabının yazarı Sarah Water’ın bir kitabı daha yeni çıkanlar raflarında yerini aldı. Ustaparmak ve Gece Nöbeti’nden sonra Pansiyonerler kitabı da Türkçe’ye çevrildi.
PANSİYONERLER – SARAH WATER İNCELEME
Bazı romanlar ilk sayfalarında kendilerini saklarlar. Sanki sadece sabırlı okurlar için yazılmışlardır. İlk anda kendilerini belli edip herkese açılamazlar. İşte Pansiyonerler de böyle bir kitap. Başlarda konu oldukça dağınık geliyor ve devam edip etmemekte tereddüt ediyorsunuz. Fakat ilerledikçe hikayenin çekiciliğine kapılıp sayfaları çevirmeye devam ediyorsunuz. Çok geçmeden Sarah Water’ın anlatımına kapılıp kitapla bütünleşiyorsunuz.
Pansiyonerler (The Paying Guest), 1920’lerde Londra’da kurulan bir banliyöde geçer. 26 yaşındaki Frances ve annesi Bayan Wray, Birinci Dünya Savaşı sırasında çok ağır kayıplar yaşamışlar. Ailenin tüm erkekleri ölmüştür. Bayan Wray’in iki oğlu savaşta ölmüş; inatçı ve sorumsuz kocası ise felç olduktan sonra hayatını kaybetmiştir. Hizmetkarlar çoktan gitmiş, Frances ise onların gidişine küfreder. Bayan Wray hayatına devam etmeye çalışır ancak bu yeni dünyayı anlamakta oldukça zorlanır.
Bu noktada, Büyük Savaşın artçı sarsıntılarının, bilhassa eğitimli üst-orta sınıfı ve özellikle genç kadınları etkilediğini görebiliyoruz. Frances eski yaşamına büyük bir özlem duyar. Barber’a söylediği gibi, savaş sırasında dünyayı değiştirmek ve “işleri düzeltmek” istiyordu. Savaşın bitmesine yakın ileriye baktı ve hiçbir şeyin aynı olamayabileceğini hissetti.
Pansiyonerler, üçlü bir oyun gibi yazılmıştır. İlk bölümde, Frances ile Lilian Berber arasındaki gelişen ilişkiyi takip ediyoruz. Fakat ikinci ve üçüncü bölümlerde, tahmin edilemeyen olaylar gelişiyor. Gelişen ilişkiler, hikayenin gidişatını bambaşka yollara çekiyor. Bu romanda özellikle Dostoyevski veya Patricia Highsmith’in karamsar etkilerini kolayca görebiliriz.
Bol gerilimli bir kitap olan Pansiyonerler’de, savaşın etkileri altında oldukça iyi kurgulanmış bir aşk hikayesini sıkılmadan okuyacaksınız.
PANSİYONERLER – SARAH WATER İNCELEME
Bazı romanlar ilk sayfalarında kendilerini saklarlar. Sanki sadece sabırlı okurlar için yazılmışlardır. İlk anda kendilerini belli edip herkese açılamazlar. İşte Pansiyonerler de böyle bir kitap. Başlarda konu oldukça dağınık geliyor ve devam edip etmemekte tereddüt ediyorsunuz. Fakat ilerledikçe hikayenin çekiciliğine kapılıp sayfaları çevirmeye devam ediyorsunuz. Çok geçmeden Sarah Water’ın anlatımına kapılıp kitapla bütünleşiyorsunuz.
Pansiyonerler (The Paying Guest), 1920’lerde Londra’da kurulan bir banliyöde geçer. 26 yaşındaki Frances ve annesi Bayan Wray, Birinci Dünya Savaşı sırasında çok ağır kayıplar yaşamışlar. Ailenin tüm erkekleri ölmüştür. Bayan Wray’in iki oğlu savaşta ölmüş; inatçı ve sorumsuz kocası ise felç olduktan sonra hayatını kaybetmiştir. Hizmetkarlar çoktan gitmiş, Frances ise onların gidişine küfreder. Bayan Wray hayatına devam etmeye çalışır ancak bu yeni dünyayı anlamakta oldukça zorlanır.
Bu noktada, Büyük Savaşın artçı sarsıntılarının, bilhassa eğitimli üst-orta sınıfı ve özellikle genç kadınları etkilediğini görebiliyoruz. Frances eski yaşamına büyük bir özlem duyar. Barber’a söylediği gibi, savaş sırasında dünyayı değiştirmek ve “işleri düzeltmek” istiyordu. Savaşın bitmesine yakın ileriye baktı ve hiçbir şeyin aynı olamayabileceğini hissetti.
Pansiyonerler, üçlü bir oyun gibi yazılmıştır. İlk bölümde, Frances ile Lilian Berber arasındaki gelişen ilişkiyi takip ediyoruz. Fakat ikinci ve üçüncü bölümlerde, tahmin edilemeyen olaylar gelişiyor. Gelişen ilişkiler, hikayenin gidişatını bambaşka yollara çekiyor. Bu romanda özellikle Dostoyevski veya Patricia Highsmith’in karamsar etkilerini kolayca görebiliriz.
Bol gerilimli bir kitap olan Pansiyonerler’de, savaşın etkileri altında oldukça iyi kurgulanmış bir aşk hikayesini sıkılmadan okuyacaksınız.